17 Kasım 2006 Cuma

JOHAN HEINRICH PESTALOZZI! IIIHHKN!


hiç istemesem de dozunda bırakabilen biri oluşum, artı puan kazandırmamakla birlikte eksi değerlere geçmemi genelde önlemiştir: bi sürü konuda eskiden tutturamadığım ayarı artık yakalayabiliyorum. yaşlanıyo muyum? galiba...
galiba yaşlı biri olarak bugün işe gittim!

istanbul’da yaşayıp işyeri üst sokakta olan feci mutlu azınlıktanım aslında. evle iş arası 2,5 dakika. o da yavaş yürürsen… hızlı yürürsen 1 dakika sürüyo yol. benim için de öyle. hava muhalefeti yoksa yavaş yürüyorum ben de.
eskiden, hizmet sektöründekilerin beden dilleriyle yansıttıkları memnuniyetsizliklerine bakar ve sinirlenirdim. marketin kasap reyonundaki odun, kasadaki suratsız, bu yüzden de daha çirkin kasiyer kız, bankanın gıcık memuresi, memurenin kendine has başka gıcıklıklara sahip şefi ondan daha süslü kadın, asabımı mütemadiyen fitil edenler olmuştur.

peki n’ooluyoruz? henüz sahip diilken, sahip olabilirsem çok mutlu da olabiliceğim hayalleri kurduran işimle aramızdaki gerginliğin nedeni ne? kurulmuş bi tomar düzeni altüst ederek ulaştığım işim, niye en büyük kâbuslarımdan biri? umarım sadece çalıştığım şirketle ilgilidir bu. eğer diilse, her şeyi yeniden yapmak gerekebilir. otuza yaklaşırken yeni bi düzen kurma cesaretini yeniden gösterebilir miyim? aslında gösteririm de, bunun bilinçaltına kaçıcak olan kazığı kim bilir daha sonra hangi delikten karşıma çıkar! kendimle başa çıkma dönemlerim şımarıklıklarım yüzünden çok yorucu geçmiştir. sanırım sorun biraz da bur’da: ciddi bir şımarığım.

bitip tükenmek bilmeyen kırtasiye - dosyalama - toplantı zorunlulukları yüzünden işyeri günü de bitmek bilmedi. sürekli, hastalıktan yeni çıkmış numarası yapmak ve bunu, attığım her adımda aklımda tutma zorunluluğu da gündüzün ilerleyişini yavaştanlardan… ve yarın cumartesi olmasına rağmen, saat onda, bi toplantıya katılmam gerek. bu toplantılar doğru bir planlamayla çalışma saatleri içinde yapılabilicekken ama yapılamıyoken, çok hayati oldukları düşünüldüğünden çalışma saatinden sonra veya tatilde yapılıyo. hayatını, içi liğme liğme edilmiş kapalı bir çuvala benzettiğim psi, çuvalın içindeki mutsuzluğuyla karşılaşmasın diye hep daha çok iş yerinde. dolayısıyla hep yardım istediği yeni bi projesi var. psi’nin götünden uydurduğu her yeni proje, bize götümüzden akan yeni terler olarak dönüyo ve bu yüzden psi’nin, yakın zamanda aklını başından alıp, çuvalını ve onu sikicek birine ihtiyacı var. psi’ye acilen sevgili lazım ya da bize acilen psi’nin henüz olmayan sevgilisi lazım. psi’nin benimle ilgilendiğini düşündüğümüz kabus zamanlar olduysa da, mecbur kalıp psi’yi sikme ihtimali beni çok gerdiğinden ve bu gerginliği sözlü biçimde pek çok kez dile getirdiğimden artık bununla ilgili konuşulmuyo. psi’nin benim kendisini sikmemi arzulaması ihtimalinin konuşulmasını yasakladım. özetle yarın yine toplantı var. toplantıya, toplantı konusuyla ilgili donanmış girmek gerektiğinden, kağıdı çok, içi boş notlar aldım çok sıkılarak. ne kadar çok dosyamız varsa, o kadar çok çalışıyo görünmemiz, öyle görenlerin kafalarının hiç çalışmadığını gösteriyo.

gaydar’daki profilin ziyaretçi profili beni felsefeye sürükledi. 40 ve üstüne cazibim! bi süre bununla ilgili sorular sordumsa da yanıtı bulmam uzun sürmedi: nick! adı ‘harcıalem’ olan birinin sayfasını, eskimiş kokular yayan bu sözcüğün anlamını bilmeyen yeni kuşak, niye ziyaret etsin ki? henüz gaydar profiline eklemedim bloğu.

günün şizoid diyalogları da şöyle:

-nasıl aktarılıcak bu, telefondaki fotoğraflar bilgisayara?
+bluetoth’la elbette!

+bluetoth’un kurulum cd’si ner’de?
-ne bilim, bilsem sorar mıyım!
+sen sormadın ki, ben sordum…

-kamt, yeni giriler girmiş mi ekşi sözlük'e?
+e, gir bak…
-bakıcam, şimdi seni yazıyorum.
+kamt’tan ne zaman söz ediceksin?
-yakında…
+bi yıldır kamt’ın peşindeyken niye uzun adını kullanmıyosun da onu da şifreliyosun? salak mısın?
-evet.
+'evet' ne demek?
+sana diyorum…


u2e’nin ‘sivil yaşama bi süreliğine ara’ partisi var(dı) bu akşam. gidemiyorum ki… sıçıçam ben sanırım bu ‘iş’e!

pestalozzi, beni üniversitede görseydin hakkımda tam puanlar verir, sonra da başını taşlara mı vururdun? ve söyle bakalım johann heinrich pestalozzi, bok mu vardı da eğitbilimin ilk adımlarını attın?

+" 'evet' ne demek?" diyorum.
- a a! bilmiyo musun? alem misin!?

çok gecikmiş olarak ‘araf’ı okuyorum. yıllar önce fh, ilk romanını getirdiğinde elif şafak’ın, şöyle bi karıştırmış, beğenmemiş, kitaplığa sıkıştırmış, sonra da sanırım birine vermiştim. ido, baba ve piç’i getirdiğinde ‘mutlaka okumalısın!’ beğenileriyle dolu olarak, ‘ben elif şafak sevmem…’ diyip, ‘yıllar önce fh, ilk romanını getirdiğinde elif şafak’ın…’ cümlesinin ya benzerini ya aynısını kurmuş; ama yine de kitabı alıp uzun süre işteki dolapta bekletmiştim. taa ki anne-baba evine uzun yolculuğun yapılıcağı akşamın gündüzüne kadar. elif şafak’a o gün başladım. yazarlara ve şarkıcılara her yeni üründe daha da iyileşmeleri mecburiyeti atamakla ilgili faşizan tutumumun söylettiği “ ‘araf’ bi önceki olmasına rağmen”le başlayan yorumum, “nedense daha etkiliyici. üstelik daha az sürükleyici.” ile devam eder. on gündür elimde ‘araf’.

bu aralar döne döne dinlediğim bi şey yok. en son nazan öncel çıktı. arada hala açıp dinlesem de, uzun uzun beklediğim albümü; -geçti mi ne?...

jingle yapmam gerek. yapıp göndermem gerek. yapasım yok. neyesim var acaba, merak ediyorum.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home

<
 8o  XML� 
Image Hosted by ImageShack.us